MUHARREF HRİSTİYANLIĞIN TEMEL ÖĞRETİLERİ VE BUGÜNKÜ İNCİLLER


 

"Hristiyanlar, alim olunca Hristiyanlıkla alakaları kesilir; Müslümanlar da cahil olunca İslamiyetle alakaları kesilir"

(Charles MİSMER)


 

İnsan fıtratından haberdar olanların, onun yeme-içme ihtiyacıyla birlikte inanma (dolayısıyla bir dine mensub olma) ihtiyacını da inkar etmeleri mümkün değildir. Hiçbir manevi değeri ve sorumluluğu kabul etmeyenlerin, kendi nefislerini ilah edinmelerini de hesaba katarsak; insanlık tarihi boyunca dinsiz toplumlara rastlamanın imkansızlığı anlaşılmış olur. Ancak birşeylere inanmak veya herhangi bir din edinmek, insan için kurtarıcı bir yol değildir. Esas olan, fıtratına uygun olanı kabullenmek ve "hak din"e mensub olmaktır.

Alemlerin yaratıcısı, alemler içinde "ahsen-i takvim" (en güzel kıvamda) üzere yarattığı insanı başıboş ve sahipsiz bırakmamış; Peygamberler ve varisleriyle birlikte hidayete götürücü mesajlarını bildirmiştir. Hatemü'l-Enbiya Hz. Muhammed'in tebliğ buyurduğu 'Son Kitab'ın beyanı, bu meydanda şöyledir:

"Andolsun, her ümmete; Allah'a ibadet edin, şeytandan uzaklaşın diye bir Resul gönderdik" (Fatır suresi,24).

İlk insanın bir peygamber oluşu ve on sahifelik bir mesajla gönderilişi, insanoğlunun hiçbir zaman peygambersiz (veya peygamber nefesinden habersiz) ve Rabbani mesajdan uzak bırakılmayacağının işaretiydi...Nitekim de öyle olmuştu... Alârivayet; 124 bin peygamber ve 104 kitap, bu ilahi prensip üzere gönderilmişti. Hepsi hak peygamber, hepsi hak kitaplardı. Hak olmayan; insanların hidayet yolundan sapmaları, ilahi mesajları tahrif ve kendi arzularına göre tanzim ederek yorumlamalarıydı.

Bütün peygamberler, aynı Allah'ın (cc) peygamberi; bütün kitaplar, aynı Allah'ın (cc) kitaplarıydı. "Allah katında tek din"

(Al-i İmran suresi,19,85), "hak din" (Saff suresi,9), "dosdoğru din" (Rum suresi,30) İslamiyet olduğuna göre, ilahi dinlerin ortak adıydı, "İslam"...

Hz. İsa (as) da Müslümandı, Hz.Musa (as) da ... Onlara gerçek inananlar da Müslümandı.. İsimler yanıltmasın; Hristiyanlık (İsevilik), adını, Hz. İsa'nın hristiyanlarca karşılığı olan "Hrisos'tan; Yahudilik, (Musevilik: Yudaizm) adını, bu dinin ilk çıktığı yerdeki kavmin adı olan "Yahuda" dan almışlardır. Gerçekte, onlar da birer "İslam" peygamberi ve İslamiyet'in tebliğcileriydi. Şu kadar ki, Cenab-ı Hak, onları belli kavimlere; "Son Peygamberi" ise bütün insanlığa bir "şahit", "uyarıcı" ve "korkutucu" olarak göndermişti.

İlahi dinlerdeki iman esasları aynı olmakla birlikte (öyle de olması gerekir; mesela, Hz. Adem'in inandığı ve anlattığı "Allah" ile bizim inandığımız veya inanmamız gereken "Allah" farklı olabilir mi? Allah için, haşa, bir değişim sözkonusu olamaz...) ameli esaslarda zamanın ihtiyaçlarına göre değişiklikler veya fazlalıklar görülmektedir. Bu, Cenab-ı Hakk'ın, bütün insanlığın ve bütün çağların ( daha doğrusu alemlerin) Rabb'i olmasının bir sonucudur... Kur'an-ı Kerim'i, kendinden önceki bütün kitapları nesh edici (hükmünü kaldırıcı) olarak gönderen ve kıyamete kadar insanlığın her ihtiyacına cevap verici bir "mu'cizü'l-beyan" olarak koruyacak olan da O'dur.

Durum böyle olunca; bugün Tevrat'ın da, İncil'in de asılları mevcut olsalardı-ki, mevcut değildir- bile aslı mevcut ve asliyetini kıyamete kadar muhafaza edecek olan Kur'an-ı Azimüşşan ile mensuh oldukları için onlarla amel etmek caiz olmayacaktı. Eğer, önceki kitaplar, yeterli ve kendileriyle amel etmek caiz olsaydı, Cenab-ı Allah yeni bir kitap nazil buyurmazdı...

Geliniz; bütün bu tarihi, ilmi ve mantıki hakikatleri bir an için bir yana bırakıp (yazımızın konusu olması hasebiyle şimdilik) milyonlarca mensubu ve misyoneri bulunan bugünkü Hristiyanlığın itikadi-temel öğretilerini ve mevcut İncilleri tarafsız bir değerlendirmeye tabi tutalım. Bakalım, sonunda nasıl bir yargıya ulaşacağız?.. Ne dersiniz; bu değerlendirme sonunda, en çok misyonere ve çağdaş imkanlara sahip bir dinin (çok az tebliğci ve imkanlara sahip bir dinin; İslam'ın aksine) yayılma hızının, gerileme noktasına düşmesinin gerçek sebebi daha iyi anlaşılmış olmaz mı?..

Öyleyse nedir, bugünkü Hristiyanlığın itikadi-temel öğretileri?.. Bunu, üç noktada toplayabiliriz:

Bugünkü Hıristiyanlığın İtikadi- Temel Öğretileri

*"Asli suç" (Péche Original): İnsanın doğuştan suçlu ve günahkar kabul edilmesi.

*İnsanın, asli suçtan kurtulabilmesi için, kendisini İsa ile aynileştirmesi gerektiği inancı.

*"Üçleme" (Teslis: Trinite: Ekanim-i selase).

Şimdi; hristiyanlarca vazgeçilmez kabul edilen bu prensipleri, biraz daha yakından anlamaya çalışalım:

*Bütün hristiyanlar; Hz.Adem'in, Cenette yasak meyveden yemesinden dolayı işlediği günahın, onun neslinden gelen tüm insanlara tevarüs yoluyla (ırsi olarak) intikal ettiğine ve bu sebepten, her doğan çocuğun günah yüküyle dünyaya geldiğine inanırlar... Günah denen şeyin, bir insandan başka birine ırsi olarak geçmesi, aklen ve ilmen kabul edilebilir bir husus değildir. Kimse, kimsenin günahını yüklenemez; herkes günahının tek sahibidir. Her hususta olduğu gibi, bu hususta da İslam'ın fevkalade gerçekçi olduğunu görüyoruz. Allah Resulü'nün ifadesiyle; "her doğan, İslam fıtratı üzere doğar..." Tertemiz ve günahsız doğar. Hiçbir şey düşünemeyen, hiçbir şey yapabilme kudretinde olmayan bir çocuğa, işlemediği bir günahı nasıl yüklersiniz?!. Öte yandan; Kur'an'da açıkça ifade edildiği üzere, Hz.Adem(as), işlediği günahtan dolayı tevbe etmiş ve tevbesi kabul olunmuştur

(Bakara suresi,37).

*"Asli suçtan kurtulma" öğretisine gelince:

Hristiyanlıktaki "asli günah" o kadar derindir ki, insan kendi gayretiyle o günahtan kurtulamaz. Hristiyanlığa göre, insanın bu "asli suç"unu, İsa kendi üzerine almış ve kefaretini, kendini çarmıha gerdirerek ödemiştir(!). Oysa İslam'a göre Allah(cc), Hz.İsa'yı kendi katına yükseltmiş ve hala yaşatmaktadır.

Muharref İncil'de şöyle der:

"Zira Allah, dünyayı öyle sevdi ki, biricik oğlunu verdi. Ta ki, ona iman eden her adam helak olmasın; ancak ebedi hayatı bulsun" (Yuhanna;3/16).

"Asli suç"tan kurtulmak için, Allah'ın oğlu(!) İsa'ya inanmakla birlikte, İsa'nın kurduğu yedi tane kilise sırrından biri olan "vaftiz" ameliyesini de yapmak gerekir...

Hristiyanlık, bu konularda fazlaca düşünmeyi yasaklar; ama biz, akl-ı selim sahibi insanların düşünmeden edemeyeceklerini sanıyoruz.

Sormak isteriz: İsa'nın yeryüzüne gelip insanların günahlarını üzerine alarak onları "asli suç"tan kurtarmak için kendini kurban ettiği zamanlardan asırlarca evvel yaşamış, bu fırsatı kaçırmış milyarlarca insanın durumu ne olacaktır?.. Onlar, İsa'nın ümmeti olamadılar diye, İsa'ya yetişemediler diye, "asli günah"larından kurtulamadılar mı?.. İsa'dan evvelki insanlık, büsbütün günahkar mı gitti?.. Bu, onlara adaletsizlik ve zulüm olmaz mı?..

Dahası; İsa kendini, insanları "asli günah"tan kurtarmak için seve seve kurban etmişse (ki, Hristiyanlık inancına göre, İsa buna dünden razıdır; hatta, olayı kendisi tertip etmişcesine idam edileceği haç'ı yerine kadar taşımıştır) ve gerçekten insanlar bu vesile ile "asli suç" tan kurtulmuşlarsa, o zaman bu cinayeti işleyenler büyük sevap işlemiş olmalılar, değil mi?!. Akl-ı selim, bunu nasıl kabul etsin!?..

Ya da şöyle düşünelim: Şimdi ben, mesela; yasaklanmış bir fiil olan hırsızlık suçunu işlesem ve de hüküm giysem, fakat pişman da olmasam ve af dilemesem. Buna karşılık, beni seven birisi, benim yerime suçu kabullenip hapiste yatsa... Bir; dostumun, benim yerime hapiste yatmış olması, beni suçlu olmaktan kurtarır mı? Yani ben, suçsuz sayılabilir miyim? İki; dostumun, yerime cezayı çekmiş olması beni zerrece "ıslah" eder mi? Cezanın bir hedefi de "ıslah" etmek olduğuna göre, cezayı suçlu olan benim çekmem gerekmez miydi? Üç; dostumun benim suçumun kefaretini ödemeye kalkması, beni "ıslah" etmek şöyle dursun, daha nice suçları işlemeye teşvik etmiş olmaz mı? Nasıl olsa, cezamı çekecek birileri bulunmaktadır!..

Fransız mütefekkiri Voltaire, "asli suç" telakkisini tenkiden şöyle der:

"Tanrının, bütün insan kuşaklarını, ilk ataları bir bahçeden bir meyve koparıp yedi diye, sonsuz işkencelerle harap etmek için yarattığını iddiaya cür'et etmek, O'na hakarettir; O'nu barbarlıkların en anlamsızı ile suçlandırmaktır".

*Hristiyanlığın itikaden içine düştüğü çıkmazlardan biri de, belki de en büyüğü, "teslis" (üçleme) inancıdır. Muharref İncil'de, "İmdi siz, gidip bütün milletlere öğretin! Onları baba, oğul ve ruhu'l-kuds namına vaftiz edin" (Matta;28/19) şeklinde ifade edilen üç unsur. Hristiyanların tarih boyu münakaşa ettikleri ve halen de izah edemedikleri hususlar...

"Bir tek Tanrıdan başka Tanrı yoktur" dendiği halde, "her biri gerçekten Tanrı olan üç şahsiyet (Baba Allah-Oğul Allah-Ruhu'l-Kuds) vardır" demek büyük bir çelişkiye düşmek değil midir?..

Yine F.Voltaire, trinite (teslis) konusunda da şu tenkidi getiriyor:

"Teslisteki üç şahsiyet, ya birbirinden ayrı üç cevherdir; veya bunlar, ilahi cevherin a'razlarıdır. Yahut da bunlar, bir cevherin tamamen kendisidir. Birinci duruma göre, tanrı üçleştirilmiş; ikinciye göre, tanrı a'razlardan meydana gelmiştir; yani a'razlar şahsiyet haline getirilmiştir, onlara tapılıyor demektir. Üçüncü hüküm kabul edildiği takdirde de, bölünmez bir bütün boş yere bölünmüş, cüzlere ayrılmıştır" . (Araz: Herhangi bir cevhere takılan ve bu cevherin zatından hariç bulunan vasıf/ Cevher: Varlığı için başkasına muhtaç olmayan, araz olmayan).

Eğer mezkur rükünler, Allah'ın sıfatları olsalardı, "Tevhid" akidesine bir dereceye kadar yaklaşmış olunurdu. Fakat, hristiyanlarca ne baba-tanrı, ne oğul-tanrı ve ne de ruhu'l-kuds birer sıfat değiller, aksine muayyen şahıslar ve ayrı ayrı fertlerdir. Bu durum ise, bugünkü Hristiyanlığın tamamen bir şirk içerisinde olduğunu gösterir. Ayrıca; İsa'nın "Allah'ın yegane oğlu" olduğu inancı, Allah'ı insana benzetmeye götürerek gerçek uluhiyete yakışmaz bir hale sokar. Allah, niçin bir insan şekline bürünerek yeryüzünde yaşayıp bir sürü hakaretlere ve idama(!) maruz kalsın?!. Bu, O'nun yüceliğine ve sonsuz kudretine halel getirmez mi? İnsanlar tarafından rahatlıkla öldürülebilen bir varlık (İsa), nasıl Allah(Rab) olabilir?!.

Bütün bu dogmalara inanmak için, aklı tamamen iptal mi etmek lazım? Başka da çıkar bir yol gözükmüyor!..

Gerçek şu ki; akıl, hakikate ulaşmada ve dinlerin esaslarını kavramada yegane kaynak değildir. Ancak, mümkün olmayanı kabullenmek de, akla tamamen aykırıdır. "Akıl, mutlak hakikatin bütün sınırlarını çizemez. Bununla beraber o, mutlak hakikatin, mutlak muhal (imkansız) den ayrıldığı sınırı da çizebilme gücüne sahiptir... Mütenakız (çelişkili) bir hüküm, akla göre anlaşılmaz bir şey değildir" (N.Taylan)

Kur'an'ın; "Onlar düşünmüyorlar mı/ Biz, bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz/ Hala düşünmez misiniz?" gibi sıkça beyan ve uyarılarına karşı, İnciller, düşünmeyi sanki de yasaklamış ve akılsızlığı tavsiye etmiştir. Nasıl mı? İşte size bir İncil cümlesi: "Kimse, kendi kendini aldatmasın. Eğer bir kimse, aranızda bu dünyada kendisini hikmetli sayarsa, hikmetli olmak için akılsız olsun. Çünkü bu dünyanın hikmeti, Allah'ın indinde akılsızlıktır" (1.Korintoslulara;3/18,19).

Halbuki; bir itikadi prensibi benimseyip gereğince amel etmek için aklı tamamen iptal etmek, o dini yaşamayı ve yaşatmayı son derece zorlaştırarak tatminsizlik doğurur. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'in, hristiyanların Allah inancı konusundaki sapmalarına ihtarla işaret ederken, gerçek Allah inancını ortaya koyması çok manidar ve tatminkardır:

"Ey Kitap Ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisi, O'nun, Meryem'e attığı kelimesi ve O'dan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın. (Allah) üçtür, demeyin. Kendi yararınıza olarak buna son verin. Çünkü Allah, yalnız bir tek tanrıdır. Haşa O, çocuk sahibi olmaktan yücedir (münezzehtir)" (Nisa suresi,171); "De ki: O Allah birdir /Allah Sameddir (her şey O'na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değildir)/ Kendisi doğurmamıştır ve (başkası tarafından) doğurulmamıştır/ Hiçbir şey O'nun dengi (benzeri) olmamıştır" (İhlas suresi) buyrulmaktadır.


Geri İleri