HRİSTİYANLIĞIN ÖYKÜSÜ


Hz. İsa, genel kabule göre Milad’dan önce doğmuştur. (MÖ. 6) Doğum yeri olan Filistin, Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altında idi. Hz. İsa Yahudi bir toplum içerisinde ve o soydan birisi olarak doğmuştu. Roma İmparatorluğu’nda yaygın olan din “Putpereslik” idi. Şekilciliğe saplanmış ve paramparça olmuş, tektanrı inanışına sahip Yahudiler bir kurtarıcı, mesih bekliyorlardı. Ancak, muhtemelen 30 yaşında Allah’ın dinini tebliğe başlayan Hz. İsa’ya Yahudiler iman etmedikleri gibi ona şiddetle karşı koydular. Çok az inananlar arasında Hz. İsa 12 tanesini kendisine havari (arkadaş) olarak seçti. Üç yıl kadar Yahudiler’i/İsrailoğulları’nı imana çağıran Hz. İsa, kurtarmaya çalıştığı toplumun komplosuyla karşılaştı. Tam öldürülme pozisyonunda doğumundaki benzer bir mucize ile, Alemlerin Rabb’i, Hz. İsa’yı göğe yükseltti.



HRİSTİYANLIKTA İLK AYRILIK


Havariler dini tebliğe devam ederken daha önce mutaassıp bir Yahudi olan Pavlus’un Hz. İsa’ya iman etmesi yeni bir dönüm noktası oluşturdu. Hz. İsa’ya düşmanlığı Hıristiyanlığın kutsal metinlerine (Resullerin İşleri: 7/58, 8/1-3, 9/1-3) abartılı bir şekilde özellikle geçen Pavlus, Hz. İsa’yı dünyadan ayrılışından sonra Miladi 32 yılında Şam yolunda manen gördüğünü öne sürüyordu.Pavlus ile birlikte Yahudi olmayanlara yönelik tebliğ faaliyetleri artmıştı. Böylece bir yanda Yahudi kökenliler, öbür yanda Yahudi olmayanlar Hz. İsa’nın getirdiği dine inanıyor ve yaşıyordu. Ancak bu iki kesim arasında inançların yorumu ve yaşamı biçimi farklı idi. Kardinal Danielou’nun isabetle belirttiği gibi, deyim yerindeyse havarilerin çevresinde oluşan “Musevi-Hıristiyanlık” ve “Pavlus’un oluşturduğu Hıristiyanlık” olmak üzere iki akım gelişti. Bu iki akım arasındaki gerginlikler, ayrılıklar ve tartışmalar üzerine MS. 49 yılında Havariler ve önde gelen Hıristiyanlar toplanarak problemlerini görüşmüşlerdi. Bu toplantı “Havariler Konsili” olarak bilinir. Temel problem, Yahudi kökenli Hıristiyanların Tevrat ile yükümlü olup olmadığı idi. Bu ilk konsilde Pavluscu görüş öne çıkmış ve Tevrat Kutsal Kitap kabul edildiği halde yeni Hıristeyanlara bir mükellefiyet yüklemediği tezi kabul edilmiştir. Böylece Pavluscu Hıristiyanlığın önü açılmış oldu. Ancak Kilise’de MS. 70 yılına kadar Musevi-Hıristiyanlık önde oldu. 140 yılına kadar Kilise içerisinde kaldı, bundan sonra Kilise’den koparak bağımsız kaldı. Nihayet 3. ve 4. yüzyıldan sonra izleri kayboldu. (Bk. Maurice Bucaille: Müsbet İlim Yönünden Tevrat, İnciller ve Kur’an, çev. M.A. Sönmez, Ank. 1984, s: 90-96)


KONSİLLER YA DA DİN ADAMLARININ RABLIĞI


Hz. İsa’ya iman edenler, önce Yahudilerin komploları, peşinden putperest Roma İmparatorluğu’nun devlet terörü karşısında inim inim inlemişlerdi. Özellikle 64 yılındaki Roma yangınından manen Hıristiyanları sorumlu tutan Neron’la beraber bu zulüm ve işkence had safhaya çıkmıştı. Pavlus ve Havarilerin başı Petrus Roma’da öldürüldü. Roma tanrılarına saygı göstermeyen Hıristiyanlar hapsedildi, işkenceye tabi tutuldu, öldürüldü. Ancak herşeye rağmen Hıristiyanlık yayılmaya devam etti. Bu gelişmeden İmparatorluk doğal olarak etkilendi. İmparator Konstantin’in 313 yılında Hıristiyanlığı benimsemesiyle yeni din, Roma İmparatorluğu’nun kurumsal çerçevesi içinde gelişerek yeni bir uygarlığın ideolojik ve kültürel temelini oluşturdu.

49’da yapılan Havariler Konsili’nden bu zamana kadar yeni yeni problemler ve tartışmalar çıkmıştı. Bunlara son vermek isteyen İmparator Konstantin 325’te İznik’te bir “Konsil” topladı.Hıristiyan din adamı iken Müslüman olan Abdulehad, İznik Konsili’ne katılan piskoposların sayısının 2048 olduğunu yazar. Toplantı 20 Mayıs’ta imparatorluk sarayında başladı. İmparator, konsili yönetti ve tartışmalara katıldı. İskenderiye Papazı Arius Hz. İsa’nın tanrılığına karşı çıkıyor, bir “mahluk” olduğunu savunuyordu. Karşı görüşte olan İmparator, Arius ve bazı taraftarlarını zorla dışarı attı ve öldürttü. Hz. İsa’nın tanrılığını öne süren 318 delege bunu karar altına aldı.

Karar metni şöyleydi: “Bir Rabbe, tanrının tek oğlu İsa Mesih’e iman ediyoruz. O, bütün zamanlardan önce Baba’dan, nurdan doğmuştur. Hak Tanrı’dan (doğan) hak Tanrıdır. Yaratılmamış, doğmuştur. Cevherde (özde, mahiyettle) herşeyi yaratan Baba’ya eşittir. Bizim için, biz bütün insanların kurtulması için gökten inip Ruhu’l-Kudüs’ten ve bakire Meryem’den tecessüd etmiş (cisimlenmiş), insan haline gelmiştir. Pantius Pilatus devrinde haça gerilmiş, ıstırap çekip defnolunmuştur. Üç gün sonra da ölüler içinden kalkıp kutsal kitaplarda bildirdiği gibi semaya çıkmış, Baba’nın sağına oturmuştur. Zamanı gelince dirileri ve ölüleri hesaba çekmek için, izzeti için gelecektir ve hükümranlığının sonu olmayacaktır”.

Burada dikkati çeken nokta, “Baba Tanrı ve Oğul Tanrı”dan söz edildiği halde, “Ruhu’l-Kudüs Tanrı”nın adının geçmemesidir. Bu konsil ayrıca 20 kadar meseleyi de karar bağladı. Ruhu’l-Kudüs’ün (Kutsal Ruh'un) tanrılığı, 381’de Konstantinapolis’te (İstanbul’da) toplanan Konsil’de karara bağlanmış, böylece Teslis (Tririte) inancına ulaşmışlardır. Roma İmparatorluğu’nun Doğu bölümünü yöneten Teodosyüs (Theodosius) İznik Konsili'ni pekiştirmek ve birliği sağlamak amacıyla İstanbul’da bir Konsil topladı. 150 kadar Doğu piskoposu, İznik Kosili’ndeki kararları teyit itti. Fazla olarak, Ruhu’l-Kudüs’ün de, Baba ile Oğul’a tam eşit tarzda tanrılığa sahip olduğunu kararlaştırdı.

Karar metninin çevrisi şöyleydi:

“Dirilten ve Baba’dan çıkan Tanrı Ruhu’l-Kudüs'e de iman ederiz. Ona secde eder, Baba ve Oğul ile birlikte onu da tazim ederiz. O, peygamberlerde konuşan lisandır. Biz, mukaddes, evrensel (katolik), havari, kilisenin ve günahların affı için vaftizi kabul eder, ölülerin, dirilmesi ve ebedi hayatı bekleriz. Amin”. Hıristiyan din bilginleri “teslis” inancının sonradan ortaya çıktığını kabul ederler. Onlardan el-Haddad şöyle der:

“Havariler, ilk dönemde teslis (kutsal üçleme) ve tecessüd incarnation, (cisimleşme) doktrini tam şekliyle tebliğ etmiyorlardı. Aksine şirk diyarlarında tevhidi tebliğ ediyorlardı. Ama iman kökleştikten sonra müminlere sınırlı beşer aklının alabileceği ölçüde, Tanrı’nın mahiyetindeki zenginliğini açıkladılar”.

431’de yapılan Efes, 451’de Kadıköy (Chalcedoine), 553'te yapılan II. Konstantinapolis Konsillerinede hem insanlık hem de tanrılık tabiatına sahip olduğu iddia edilen Hz. İsa’nın ikili doğasına ilişkin inançlar belirlendi. Bu konsillerin tümünün imparatorlarca toplanmasının ve onların doğrultusunda kararlar çıkarmasının dikkatimizi çektiğini belirtmeden geçmek olmaz.

Böylece konsiller sayesinde “Hıristiyan Öğretisi”nin genel çerçevesi ve ana hatları ortaya çıkmış oldu.

İsa Mesih’in getirdiği dinin, Konsillerde beşerileştirildiği ve tahrif edildiği çok açık olarak görülmektedir. İşte bu günkü Hıristiyanlığın temel yanlışı budur; yani din adamlarının dini değiştirebilecekleri tezi. Kur’an bunu şöyle ifade eder. “(Yahudiler) hahamlarını, (Hıristiyanlar) rahiplerini Allah’tan ayrı rabler edindiler. Meryem Oğlu Mesih’i de öyle. Oysa kendilerine yalnız tek Tanrı olan Allah’a kulluk etmeleri emredilmiştir. O’ndan başka tanrı yoktur. O, onların ortak koştuğu şeylerden münezzehtir.” (Tevbe: 9/31)


Anasayfa İleri